Orta Avrupa Gezisi "Budapeşte" 2

BUDAPEŞTE, GELLERT TEPESİ VE ANITI; ÖZGÜRLÜK ANITI
Gellert Tepesi, Kale bölgesinin güneyinde kalır. Gellert Anıtı, özellikle Elizabeth köprüsünden harika görünür. Özgürlük Anıtı ise Gellert Tepesinin zirvesinde yer aldığı için de şehrin hemen hemen her yanından görülebilmektedir.
Gellert Tepesi uzun süre boyunca sevilen bir yer değildi hatta lanetli sayılmaktaydı çünkü 11. yüzyılda Kral Istvan’ın kardeşi olan Prens Vata’nın burada başlattığı putperest isyanı, Piskopos Gellert’in ölümüyle sonuçlanmıştı.

            Gellert Anıtı, inanışa göre 11. yüzyılda Piskopos Gellert’in öldürüldüğü yerde inşa edilmiştir. Rivayete göre, piskopos Hıristiyanlığa geçmeyi kabul etmeyen bir grup tarafından bir fıçının içine konarak acımasızca Tuna’ya yuvarlanmıştır. Aziz Gellert, adına yapılmış anıtındaki tasvirinde yukarıya kaldırdığı elinde bir haç tutmaktadır, Hıristiyanlığı kabul etmiş bir Macar da ayaklarının dibinde diz çökmektedir. Olayların tam aksi yönde geliştiği bu yerde sanki Aziz Gellert’in intikamı alınmaktadır. Heykelin gerisindeyse yarım daire biçiminde bir revak vardır. Elizabet köprüsüne bakan Gellert Anıtı, özelikle geceleri aydınlatıldığında çok etkileyici görünmektedir.
            Özgürlük Anıtı, önde gelen Macar heykeltıraşlarından Zgismond Kisfaludi Stroble’nin kabiliyetli ellerinden çıkmış etkileyici bir eserdir ayrıca keşfediliş hikâyesi de oldukça ilginçtir. Söylenceye göre, anıt en başta Macar naibi Miklos Horthy’nin 1943’te doğu cephesinde kaybolan oğlu Istvan’ın anısını yaşatmak üzere hazırlanmış ancak kentin Rus birliklerince kurtarılışının ardından, Mareşal Klimient Woroszylow’un heykeli sanatçının atölyesinde keşfetmesiyle bugünkü şekliyle yani Budapeşte’nin 1945’te Rus ordusu tarafından kurtarılışı anısına kullanılmaya başlanmıştır. Anıtın ortasında, defne dalını havaya kaldırmış bir kadın figürü vardır. Kaidesi üzerinde duran heykel yaklaşık on dört metre yüksekliğindedir. Anıtın altında ilerlemeyi ve kötülükle mücadeleyi temsil eden iki adet alegorik kompozisyon bulunmaktadır.
Rusların Budapeşte’ye gelişi II. Dünya Savaşında Hitler’in zulmüne karşı bir kurtuluş olmakla birlikte Sovyetler Birliği’nin baskıcı egemenliğinin de başlangıcı olmuştur. Nitekim komünizmin çöküşünden sonra anıttaki Rus askeri figürü kaldırılmış, Rusların savaş şehitlerinin adlarının sıralandığı levha da başka bir yere nakledilmiştir.

BUDAPEŞTE, TARİHİ BUDA BÖLGESİ
            Buda kenti Tuna’dan 60 m yükselen bir tepenin üzerine kurulmuştur. 13. yüzyılda Matyas Kilisesi çevresinde gelişmeye başlamıştır. Tepenin stratejik ve savunmaya elverişli konumu ve doğal kaynaklarıyla eski çağlardaki yerleşimciler için cazip bir bölgeydi. 13. yüzyılda Moğol istilasından sonra Kral Bela başkenti buraya taşımıştır. Bunun üzerine de; bölgede büyük bir yerleşim süreci başlamıştır. Osmanlı hâkimiyetiyle kale ve çevresi bir süre bakımsız kalmış ve Buda’nın Osmanlılardan geri alınışı esnasında Hıristiyanlarca tahrip edilmiştir. Habsburg hâkimiyetinde kent yeniden doğmuştur. II. Dünya Savaşı sonundaysa Kraliyet Sarayına kadar yakılıp yıkılmıştır. Savaştan sonra yaralar sarılmış Eski Buda yeniden inşa sürecine sokulmuş, eski cazibesine kavuşturulmuştur.
Bu bölgede mutlaka görülmesi gereken yerler şunlardır: Buda Kalesi, Buda Sarayı, Matyas Kilisesi, Balıkçılar Burcu, kale bölgesi içinde olmasa da Gül Baba Türbesi.

BUDAPEŞTE, BUDA SARAYI (KALESİ) 
            Buda Sarayı, adından da anlaşıldığı gibi Budapeşte’nin Buda tarafındadır. Bu sarayın tarihi çok eskilere dayanır. Buda Sarayına, Kraliyet Sarayı ya da Buda Kalesi de denmektedir. Uzun geçmişi boyunca pek çok defa yenilenmiştir. Savaşlar, istilalar, hanedan değişiklikleri… Belki de başkentlerin kaderidir böylesine tahrip edilmek ve küllerinin arasından anka kuşu misali yeniden doğmak.
İlk kaleyi, başkenti Buda’ya taşıyan Kral Bela yaptırmıştır; ancak bu gün bu kaleyi tam olarak nereye kurduğu bile bilinmemektedir. Yapılan araştırmalardan elde edilen bulgulara binaen ilk sarayın Matyas Kilisesi yakınlarında olduğu tahmin edilmektedir. Kutsal Roma İmparatoru Lüksemburglu Sigismund’un burada yaptırdığı gotik saray bugünkü sarayın temelini oluşturmaktadır. Nitekim II. Dünya Savaşından sonra kalenin yıkıntıları temizlenirken gotik sarayın kalıntılarına rastlanmıştır. Bulunan surlar ve kral daireleri restorasyon esnasında korunmuştur. Lüksemburglu Sigismund’un sarayından sonra 18. yüzyılda Avusturya- Macaristan İmparatorluğunun hanedanı Habsburglar anıtsal saraylarını inşa ettirmişlerdir. II. Dünya Savaşında tahrip edilen sarayda budur. Bugünkü saray; müze, kütüphane ve tiyatro olarak kullanılmaktadır.
            Kraliyet Sarayının süslü girişi gerçekten görülmeye değerdir. Girişin yanında efsanevi turul kuşunun bronz heykeli vardır. Bu kuşun tılsımlı olduğuna ve sarayı koruduğuna inanılmaktadır.

Budapeşte’nin pek çok yerinde Osmanlı İmparatorluğunun etkilerini görebilirsiniz. Şehrin yaklaşık yüz elli yıl boyunca Osmanlı egemenliğinde kalmış olması bir Avrupalı için gurur kırıcı bir durumdur; Osmanlı etkisini bu noktada da görülmektedir. Duyguların, düşüncelerin en çarpıcı şekilde dışa vurumu olan sanatta da Osmanlı’ya karşı öfkeyi görebiliyoruz. Nitekim “Soylu Prens Eugene Heykeli” Osmanlı savaşında Macarlar için çok önemli bir dönüm noktası olan 1697 Zenta savaşında kazanılan zaferin anısına Kubbeli binanın girişine dikilmiştir. Rölyefte savaştan sahneler canlandırılmıştır. Heykelde ise iki Osmanlı esirinin prensin ayaklarına sarılması temsil edilmiştir.

BUDAPEŞTE, MATYAS KİLİSESİ
            Matyas kilisesi Buda Kale Bölgesinin kalbinde yer alır. İsmini büyük Macar Kralı Matyas Corvinus’tan alır. Matyas kilisesinde taç giyme törenleri gerçekleştirilirmiş bu nedenle “Taç Giydirme Kilisesi” olarak da anılmaktadır. Ayrıca Kral Matyas’ın iki düğünü ve son Habsburg Kralı IV. Charles’ın düğünü de bu kilisede yapılmıştır. Kilisenin yedi yüz yıllık bir geçmişi vardır hatta Budapeşteliler için bir sembol, bir hatırlatıcı görevindedir. Şehrin eski zenginliğini ve onlara göre trajik tarihini sembolize eder. Trajikliği kilisenin uzun yıllar camiye çevrilmiş olmasından gelir.
Kilisenin mimarisine baktığımızda gotik mimarisinin yoğun etkisini görürüz. Ancak mimarisini ilginç kılan bir özelliği de güney cephesindeki sivri kuledir. Bina gotik süslemelerinden arındırılsa adeta bir cami görünümü almaktadır. Nitekim kilisenin tarihini incelediğimizde bu tespitimizin çok yerinde olduğunu görürüz. Kanuni Sultan Süleyman dönemimde Budapeşte fethedilmiş Matyas Kilisesi de camiye çevrilmiştir ve uzun süre -yaklaşık yüz elli yıl- (1541-1686) Ulu Cami adıyla kullanılmıştır. Macar tarihçiler kilisenin cami olarak kullanıldığı bu periyottan “kara dönem” olarak bahsederler. Kara dönem dedikleri bu zaman diliminde kilisedeki Hıristiyanlıkla ilgili değerli eserler ve eşyaları Bratislava’ya kaçırmışlardır. Matyas Kilisesi, Macaristan Osmanlı egemenliğinden çıkınca tekrar kiliseye çevrilmiştir.
            Kilise bugün turistlerin yoğun ilgisini çekmektedir. Gotik mimari tarzına iyi bir örnektir. Ancak bina yeni değildir. Sonradan gotik tarza çevrilmiştir.

BUDAPEŞTE, BALIKÇILAR BURCU
            Balıkçılar Burcu, Buda’nın eski surlarının yerinde bulunmaktadır. Burası eskiden, balık pazarı olan bir ortaçağ meydanıymış. Ortaçağ Avrupa’sında bir balık pazarının nasıl olduğunu tasavvur etmek çok güç sayılmaz. Ama bugün burası çok hoş bir yerdir. Burcun mimari üslubu neo-romanesktir. Balıkçılar Burcu, 1895 yılında Friges Schulek tarafından Balıkçılar Loncası için yapılmıştır. Balıkçılar Burcundan romantik bir biçimde Tuna ve Peşte’nin güzel manzarasını izlemek mümkündür. Hatta bir Macar’dan öğrendiğimiz kadarıyla burası dudaklara ilk öpücüklerin konduğu bir yermiş. Bura uzun süre Macar gençlerinin romantik buluşma noktası olmuş.
Bugün Balıkçılar burcu tamamen Kale Tepesine kazandırdığı estetikle ön plana çıkmaktadır. Burcun önünde Macaristan’a Hıristiyanlığı ilk getiren kral Aziz Istvan’ın heykeli bulunmaktadır.